top of page
Yazarın fotoğrafıTuğba Coşkuner

ÇOCUK EDEBİYATINI NASIL BİLİRSİNİZ?



Laura Esquivel bir kitabında şöyle der: "Herkes içinde bir kutu kibritle doğar. Ama bunların hiçbiri kendi başına yanmaz. Oksijene ve aleve ihtiyaçları vardır. Oksijeni sevdiğimiz ve bize iyi gelen insanların nefesi; alevi de güzel sözler, kitaplar, müzikler, yemekler, seyahatler, hobiler olarak düşünebilirsiniz. Bunların ikisi bir araya gelince kibritlerden birini yakar ve içimiz sıcacık olur, bu sıcaklık ruhumuza enerji verir. Elbette sıcaklık zamanla azalır ama çok geçmeden başka bir kibrit yanmaya başlar. Fakat kişi kendi tutuşturucularını keşfedemezse kibritler nemlenir, küflenir ve hiçbir şekilde bir daha da yanmaz. Zamanla ruh öyle üşür ki kendine başka enerji kaynakları aramaya çıkar ve bundan sonra da insanın başı kötülükten, dertten, tasadan, kederden kurtulmaz."


İşte çocuk edebiyatı da benim içimdeki kibritlerin tutuşturucularından biri. Hatta ruhumun besleyen; kalbimi sıcacık yapan; etrafta dolaşan gülücükleri yakalayıp çatılmış iki kaşımın arasında ezmemi engelleyen; gazoz kapağı koleksiyonlarına saygı duyduran; çamurdan yapılmış böcek otellerinin açılışında kurdele kestiren; kaosu sevdiren; herkesin sivrisinekler gibi parmaklarının ucunda ve sessizce yürümelerini istememin önüne geçen; beni olur olmaz her şeye homurdanmaktan alıkoyan ve ejderhalara, şekerden evlere, kurabiye çocuklara, filizleri bulutları gıdıklayan fasulye sırıklarına, camdan ayakkabılara, çizme giyen kedilere, uçan halılara, iyi yürekli kel kafalı koca ayaklı devlerin var olduğuna inandıran müstesnâ şey...


Yaş aldıkça çocukların gördüğü bazı ayrıntılara körleşiriz. Bunu Saramago’nun Körlük romanındaki gibi bir salgına benzetebilirsiniz, zira o kadar yıkıcı bir etki bırakır. Çocuk edebiyatı yazarlığı ve okurluğu bu ayrıntılara karşı yeniden hassasiyet kazanmamızı sağlıyor ve sizi bir nevi tedavi ediyor, bu hoyrat hayata katlanmanızı kolaylaştırıyor, çocukluğunuzla barışmanıza aracı oluyor, duyularınızı keskinleştiriyor, insanların birbirinden farklı dillerde yazılmış kullanım kılavuzlarını çözmenize yardımcı oluyor, öfke fitilinizin uzunluğunu arttırıyor, daha sakin ve dingin bir yaşam vadediyor. Hatta Katherine Rundell gibi dünyaca ünlü yazarlar çocuk edebiyatının bir meditasyon ve kendini keşfetme yöntemi olduğunu, sakin bir bahar esintisi gibi yanağınızı okşuyormuş hissettirdiğini söylüyor. Anda kalmanızı kolaylaştırdığı; ezilmemiş otlarla örtülü yeşil bayırlara tırmandırdığı; taşları kaldırıp altlarına baktırdığı; ıssız kulübelerin daha önce bir misafir tarafından hiç çalınmamış kapılarını tıklattırdığı; sükûtu sevip yücelttiği; başkasının çizdiği otoyolları, sizi gitmenizi istedikleri yerlere doğru yönlendiren işaretleri, politize olmuş düşünce kalıplarını, karmakarışık çizgilerle dolu haritaları ve bilindik yollardan gitme konforunu terk ettirdiği için...


Çocuk edebiyatı, yetişin aklınızın almadığı ya da reddettiğiniz birçok şeyi düşlemenizi ve asimetrik bir düşünce yapısını benimsemenizi ön ayak oluyor çünkü çocuklarla çalışıyorsunuz. Bilirsiniz çocukluk; astronotların geceleyin evinizin damına düşmesinden korktuğunuz, ayçöreklerinin ay ışığında pişirildiğini sandığınız, yiyeceklerle evlenip evlenemeyeceğinizi merak ettiğiniz, eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı olduğuna dair kafa yorduğunuz, ülkeler arasındaki çizgileri ilk kimin ve neye göre çizdiğini bulmaya çalıştığınız, göğe bulutları kimin ektiğini düşünürken cevabının “Allah” olduğunu öğrendiğinizde bunu, “Bu işte birisinin parmağı olduğunu biliyordum!” diye bilgelikle cevapladığınız dönemin ta kendisidir. Hâl böyle olunca da çocuklara özgü o esnek düşünce dediğimiz kabiliyeti hiç kaybetmemeniz gerekiyor. Kaybettiyseniz de yeterince –istediği şekeri aldırana kadar ağlayan bir çocuk kadar- ısrarcı olursanız onu geri kazanabiliyorsunuz. Bazılarımız hariç.


Mesela bir çocuğa, "Arkadaşları sıcak memleketlere göç eden yavru sakar meke onlardan ayrı kalacağı için üzüldü ve öyle çok öyle çok ağladı ki tünediği ağacın altında gözyaşlarından bir göl oluştu. Gel zaman git zaman insanlar torunlarıyla birlikte bu gölde balık tutmaya ve çadır kurup kamp yapmaya başladılar," deseniz hiç şaşırmaz, hatta sizden bu gölün adresini ister. Ya da, "Emekli olan Gulgule Teyze işe gitmeyince canı sıkıldı ve bir gün oyalanmak için evinin camlarını silmeye başladı. Sonra o da yetmedi, komşuların camlarını sildi. Onlar da bitince yine canı sıkıldı ve bezini, kovasını kapıp mahallenin otobüs duraklarının tozunu almaya başladı. Bu böyle, tüm şehir ayna gibi olana kadar devam etti," diye bir hikâye uydursanız çocuklar bunun saçma olduğunu değil de Gulgule Teyze ile tanışmak istediklerini, hatta kendi evlerinde Gulgule Teyze’nin hiç sıkılmayacağını çünkü oyuncaklarını çok dağıttıklarını ve Gulgule Teyze onları toplayana kadar memnuniyetle bir kere daha dağıtabileceklerini söyleyeceklerdir. Bundan birkaç yıl önce sınıfımdaki öğrencilere Amazonlardaki bir kabileyle ilgili bir hikâye anlatmıştım. “Oraya gelen seyyahlardan biri not defterini ormanda unutup gitmiş, kabile üyeleri defteri bulmuş, matematik formülleriyle dolu olan sayfalarında dua yazdığını düşünüp yıllar boyunca o yazıları çözmeye, okumaya ve bu şekilde yaratıcılarına seslenmeye çalışmışlar,” demiştim. Öğrencilerimin bunu komik ve saçma bulmasını beklerken aralarından matematikten kedilerin sudan korktuğu gibi korkan biri, “Bir Amazon yerlisi bile benden daha çok matematik biliyor olabilir,” diye yorumda bulunmuştu.


Çocuk edebiyatı böyle bir dünya fakat böyle bir dünya olmasından sebeple çok fazla ilgi görüyor ve yazarlık noktasında taliplisi diğer alanlara nazaran daha çok. Bu meyl sevindirici olsa da bir yandan hem okurları hem de yayıncıları ürkütüyor. Ürkütücü zira birçok yanlış anlaşılmayı da peşi sıra sürüklüyor. Kelime sayısının az oluşu kişilerde çocuk edebiyatı eserlerinin kolay yazıldığını zannını oluşturuyor. Oysa her ne anlatacaksınız onu kısa ve sade bir dille anlatmanın, uzun ve ağdalı bir dille anlatmaktan çok daha zor olduğunu bu işin kıyısında dolanan biri bile bilir.

Çocuklar için yazmanın yetişkinler için yazmaya geçişte bir basamak olarak görülmesi de fahiş bir hata. Hatta çocuk edebiyatıyla meşgul olduklarını söyledikten sonra sanki bir kusuru örtüyor gibi, "Ama yetişkinler için de yazıyorum," diyen nice yazar var. Çocuk edebiyatı diğer edebî türlerin hiçbirinden daha aşağıda değildir. Yani, "Ağır bir beyin hasarı geçirsem ve başka bir şey yazamayacak olsam o zaman çocuk kitabı yazardım," diye düşünen Martin Amisler bazı şeyleri çok yanlış anlamışlardır, hazin bir kavrayışa sahiplerdir ve belki de beyinleri aslında bu cümle ağızlarından çıktıkları anda bile sandıkları kadar iyi çalışmıyordur.


Böyle düşünen kimseler eser üretse bile hikâyenin çocuğun dünyasında bir karşılığı olmuyor. Bu küçük görme hissi, yazıya da bulaştığından çocuklar böyle metinlerin kokusunu kilometrelerce öteden dahi alıyor. En büyük erdemlerinin çocuklarının hatasını bulmak olan yazarların kokusunu aldıkları gibi. Yerli ve yabancı eserlerin birçoğunda çocuklara sürekli bir şeyleri eksik, hatalı yaptığını ve ebeveynlerin yararlı olmak için daha çok çaba sarf etmeleri gerektiğini söyleyen yazarlar görüyoruz. Bu kitaplar karşısında çocuklar kendilerini suç işlemiş de cezaya çarptırılmış gibi hissederler ve kitabı okumaya ayaklarında rüzgâr tabanlıklar var gibi değil de bir cenaze törenine iştirak ediyormuş gibi giderler. Üstelik yazdığınız şeylerin sebebini uzun uzadıya açıklamanıza da gerek yoktur. Öyle zannedilir, çocuk anlamaz diye düşünülür fakat iş hiç de sanıldığı gibi değildir. Lafın tamamı ancak aptala söylenir, sözü burada da geçerlidir. Çocuk kendisinin ahmak yerine konulduğunu hissettiği an edebiyata sırtını döner. Ve bunu anlaması hiç de uzun sürmez. Çoğu zaman yazarın kafasının içinde neyin döndüğünü kitap isminden bile çıkarır.


Oysa çocuk edebiyatı yazarı, çocuğun yanındadır ve çocuklara, "Seninle omuz omuzayım, tüm dünyaya karşı beraber savaşıyoruz," demelidir. Öyle de yapmalıdır. Sadece ebeveynlerin ve yetişkinlerin hoşlanacağı detaylara odaklanıp çocuğun kitaptan aldığı neşeyi, hazzı, duyguyu, lezzeti, fikrî terbiyeyi, heyecanı öldürecek her şeyden kaçınılmalıdır. Çünkü çocuk edebiyatçısı sadece kriz dönemlerinde başvurulacak bir can simidi, acil durum butonu değildir. Çocuklara tuvalet alışkanlığı kazandırmak, onları dengeli beslenmeye özendirmek, brokolinin cipsten daha yararlı olduğu söylemek dışında farklı misyonları da vardır. Bu temalar da değerlidir fakat bizim yaptığımız şeyin kapsamı kriz dönemlerine çözüm üretmekten ibaret değildir hatta bu asıl olarak belki de pedagogların işidir. Bu algı değiştikçe işin simyası da ayan olacak ve geleceğe kalan kitapları yazmanın ne kadar büyük bir yetenek, sabır, görü, hayal gücü gerektirdiği fark edilecektir.


Tüm bu kaygılar çocuk edebiyatının gidişatı hakkında karamsarlığa kapılmamıza da izin vermemeli. Sonuçta çocuk edebiyatı eserlerinin ilk örneğinin 1475’te yayınlanan ve “Ey küçük bebeler… Yemek yerken elinizi burnunuza sokmayın çünkü sonra o elle ekmek yiyeceksiniz,” diye başlayan The Babees Book olduğunu hesaba katarsak bu edebi türün on yıllar içerisinde epey bir ilerleme kaydettiği daha da aşikâr olur.. Elbette bu ilerleme kolay kaydedilmedi.


Edebiyatın yazılmak yerine konuşulduğu zamanlara gidin. Hani insanların harlı bir ateş etrafında, eprimiş bezden bir çadırın ortasında, ıslak ve karanlık bir mağaranın içinde, neşeli bir balsa ağacın üzerinde, gelincikli bir tepenin yamacında toplanıp birbirilerine hikâyeler uydurduğu zamanlara… Mamut avladığımız ya da Anadolu’da Moğol soykırımıyla uğraştığımız dönemlerde çocuklar masallarımıza, öykülerimize kıyıdan köşeden de olsa dâhil oluyordu ancak bir zaman geldi ki hiçbir kitapta çocukların izlerine rastlayamaz olduk. Bunu özellikle birçok dünya klasiğinde rahatlıkla fark edebilirsiniz. Sanki romanlarımızda çocukların var olmadığı fantastik bir dünyayı anlatıyorduk. Belki de bu saklambaca, geleneksel ebeveynlerin ideal çocuk tanımının görünmeyen ve duyulmayan çocuk olması; çocukların artık bizlerle harlı bir ateş etrafında, eprimiş bezden bir çadırın ortasında, ıslak ve karanlık bir mağaranın içinde, neşeli bir balsa ağacın üzerinde, gelincikli bir tepenin yamacında toplanmaması neden olmuştu, kim bilir? Ancak çok geçmeden çocukların kahraman olarak yer aldıkları ya da direkt olarak çocuklara seslenen kitaplar çıktı. The Babees Book gibi. Nihayet dünya edebiyatı artık çocuğu keşfetmişti. Bundan büyük de bir haz aldı, okurları tarafından desteklendi. İyi ki de öyle oldu. Sonra gökten üç elma düştü. Biri bu yazıyı yazanın, biri yayınlayanın, biri de okuyanın başına…


Dipçe: Bu yazı Nihayet derginin 2021 temmuz sayısında yayımlanmıştır.

1 Comment


neslihanozcansari
Apr 12, 2022

İyi ki o elma sizin başınıza ve bu cevherden nasipdar olan bizim başımıza düşmüş... Nice nice eserler nasip etsin Rabbim 🌺

Like
bottom of page